BİR MEKTEBDİR... ALAKALANIN...
Rabbcacı
Gur'ani Türkçe

شَهادَ


FİH

 

TAKDİM

ŞEHADETİN ŞARTLARI

ŞEHADETİ BOZAN ŞEYLER

NAMAZ

ZEKÂT

İNZAR

BAZI İTİKÂDÎ MESELELER

ALLAH
İNANCI…………………………………………………36                                                               
    

RASÛLULLAH İNANCI

İBADET

KORKU VE SEVGİ

İTAAT ETMEK VE UYMAK

HÜKÜM-HÂKİMİYET-EGEMENLİK-YAŞAMA

YARGI VE YÜRÜTME

İSLAM’DAN HOŞLANMAMAK

İSLAM’LA ALAY ETMEK

DÜNYAYI AHİRETE TERCİH

NASSLARDA EKLEME VE
ÇIKARMA

HELAL-HARAM TESBİTİ

KİTABI NEFSE UYDURMAK

NASSLARI ZAHİRLERİNE TERS
YORUMLAMAK

KÂFİR, MÜNAFIK VE
MÜŞRİKLERİ DOST EDİNMEK

FAYDA VE ZARAR

SALİH KİMSELER HAKKINDA
AŞIRILIK

SEBEPLERE İNANMAK

SİHİR VE KEHANET

BİLGİDEN SONRA
GAYRİMÜSLİMLERE UYMAK

YEMİN

BİLMEMEK VE TEKFİR

 



 


 


 


 






 


 


TAKDİM


Bismi Rabbi


 


Abdullah İbni Ömer (r.a.)’dan rivayet
olundu: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki
: “Allah (c.c.)’tan başka ilah
olmadığına, Muham­med (s.a.v.)’in Rasûlullah olduğuna şehadet, salâtı ikame ve zekâtı
eda edinceye kadar insanlar ile muharebe etmek bana emrolundu. Onlar bunu
yapınca Hakk-ı İslam müstesna, can­larını ve mallarını benim elimden
kurtarırlar. Hesaplarına ge­lince (batınlarından dolayı) o Allah (c.c.)’a
kalmıştır.”


(Buhari)


           


Hakk-ı İslam’dan
kasıt; evlilikten sonra zina, İslam’dan irtidat ve küfür bir de katl-i
nefs’tir. İşte bunlara mukabil katlolunabilir.          


            Ey
sen! Önceki bölümde Rabb-ül Âlemin kendisini sana; yaratan, nihayetsiz kerem
sahibi, kalemle yazmayı öğreten ve insana bilmediğini öğreten olarak takdim
etmişti. Senin Rabbi’nin ancak ve ancak kendisi olduğunu, kendi ismiyle
okumanı, öylece hayatını tanzim etmeni, kendi buyruklarına bundan böyle kulak
vermeni istemişti. Bu bölümde ise bunun nasıllığı daha da bir berraklaşıyor.
Senin O’nun teminatına nasıl gireceğin, ne yaparsan ve nasıl yaparsan Müslüman
olacağın, Allah’a teslim olacağın ve nihayetinde selamete kavuşacağın en açık
bir şekilde sunuluyor. Dolayısıyla nerden nasıl geldiğin sorusundan sonra, ne
yapman gerektiği faydana olacak şekilde nasıl bir yol takip etmen gerektiği
istifhamını da tam manasıyla cevaplandırıyor.


            Peki,
ne yapman isteniyor? Hiç şüphesiz seni bu istenenlere çok dikkat etmen icap
ediyor. Bunlar ölüm kalım türünden, olmazsa olmaz türünden şeyler. Eğer bunlara
riayet edersen artık adın “Müslüman” olacak. Aksi halde eski hâlinde
kalacaksın.


 


Allah Rasûlü döneminde nerden nasıl
geldiğini, nereye nasıl döndürüleceklerini anlamayan insanlar Rasûlullah’a
gelip habire şu soruyu sormuşlardır: “Senin Rabbin benden ne yapmamı istiyor?”.
Allah Rasûlü de genel olarak yukarıdaki Hadis-i Şerif’e paralel sözlerle cevap
vermiştir. Bu cevabı alan insanlar “Vallahi ne bundan fazlasını yaparım ne de
eksiğini…” diyerek Rasûlüllah’ın yanından ayrılmışlardır. Allah Rasûlü (s.a.v.)
de ashabına “Eğer doğru söylüyorsa
felaha erdi.”
diye işarette bulunmuştur.


           


Biliyorum ki o
insanlar gibi şu aşamadan sonra sen de ‘Rabbim benden ne istiyor?’ diyorsundur
ya da demelisin. ‘Ben nasıl Müslüman olurum?’ sorusunu sormalısın. ‘Ben nasıl
felaha ererim?’ demelisin. Peki, tüm bunlara karşı senden istenen nedir? Senden
istenen fazla değil sadece üç şey… Adet olarak az ama içerik olarak büyük
şeyler:


1. Allah (c.c.)’dan başka ilah
olmadığına ve Muhammed (sav)'in Allah (c.c.)’nün Rasûlü olduğuna şehadet etmen,


2. Namazı ikame etmen,


3. Zekâtı eda etmendir.


Eğer bu üçünü yaparsan Müslüman
olursun, canını ve malını Allah (c.c.)  ve Rasûlü katında teminata almış olursun ki,
ondan daha iyi bir teminat bulamazsın. İşte bu İslam’dır.


            Hesaba
gelince o Allah (c.c.)’ya kalmıştır. Sen bu üç şeyi Allah (c.c.)’nün rızası
için mi yoksa başka kasıtlarla mı yaptın? Durumunu Allah-u Teâlâ
değerlendirecektir.


            Bir
ibadetin Allah (c.c.) tarafından kabul görmesi için iki niteliğin mutlaka
bulunması gerekir ki bunlar; ibadetin livechillah yani sırf Allah (c.c.) rızası
için olması ve Allah-ü Teâlâ’nın Rasûlü vasıtasıyla öğrettiği şekilde ifa
edilmesidir. Ancak ibadetin livechillah olup olmadığını bilmek ve hesabını ona
göre yapmak Allah (c.c.)’ya kalmıştır. Kul bunu bilemez. Onun içindir ki, bahsettiğimiz
üç şeyi Allah (c.c.)’nün Rasûlü'nün öğrettiği şekilde ifade eden Müslüman’dır.
Bunları sırf Allah (c.c.) rızası için yapıyorsa mümindir. Mümin olan kişiler
Allah (c.c.), Rasûlü ve müminler katında teminat altındadır. Ancak kişi sadece
görünen şekliyle Müslüman olmuş ve her ne kadar bahsedilen üç niteliği taşıyor
olsa da sırf Allah (c.c.)’nün rızasına kastetmiyorsa müminler ve Rasûlullah
(s.a.v.) katında canını ve malını korusa bile Allah (c.c.) katında koruyamaz.
Çünkü Allah (c.c.) gizliyi de aşikârı da bilir. Rasûlullah (s.a.v.)’in “Hesaplarına gelince o Allah (c.c.)’ya aittir.”
den kastı da budur zaten.


            Bu
Hadis-i Şerif risaletin ilk yıllarında varid olmuş değildir şüphesiz. Ancak
ifade ettiği mana itibariyle Alak Suresi'nin ilk beş ayetinden sonra üzerinde
durulmaya değer. Alak Suresi’nden sonra bir müddet vahiy kesilmiştir. Buna
Fetret-i Vahiy denir. Zaten Alak Suresi’nin ilk beş ayetinde Allah-u Teâlâ’nın
kuluna teklifi söz konusudur. Kuldan kendi Rabliğini kabul edip, kendi adıyla
okumasını ve vahyin izinden gitmesini ister. İsterse de bu teklife aldırış
etmeyebilir. Vahyin bir müddet kesildiği bu dönem kulun bu teklifi düşünmesine
müsait bir vakittir. Bu Hadis-i Şerif'te ise teklifin özü bulunmaktadır. Her ne
kadar vahyin bu ilk yıllarında günlük beş vakit namaz ve zenginlerden alınıp
fakirlere verilen zekât emredilmemişse de bu iki teklifin özü bulunmaktadır.
İlk teklif olan şehadet ise zaten bu dönemin en belirgin özelliğidir. Bu
sebepledir ki, bu Hadis-i Şerif şu anda üzerinde durulması gereken tiptendir.


            Allah-u
Teâlâ’nın bizden ilk istediği şey şahadettir. Yani Allah (c.c.)’dan başka ilah
olmadığına ve Muhammed (s.a.v.)’in O’nun Rasûlü olduğuna şehadet etmemizdir.
Hiç şüphesiz bu amelimizin kabule şayan olması için Allah-u Teâlâ’nın istediği
şekilde olması gerekir. Onun için de şu zikretmeye çalışacağım şartları ihtiva
etmesi gerekir.


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


ŞEHADETİN ŞARTLARI


 


1. Manasını Bilmek: Şehadet kesin
olarak haber vermek, bildiğini söylemek, hazır olmak, bulunmak, bir hadiseye
şahit olmak, şahitlik etmek, yemin etmek anlamlarına gelir. Açıktır ki manasını
bilmeden şehadetin ifade etiği manalardan hiçbirisi oluşmaz. Kişi, manasını
bilmediği ancak dilinde gevelediği kelimelerle nasıl kesin olarak haber veriyor
olabilir?


            Nasıl
söylediklerine şahitlik ediyor ve yemin ediyor olabilir? Kaldı ki bunlar
manasını bilmekten de öte olayın özüne nüfuz etmeyi, hadise sırasında hazır
bulunmayı ve tüm bunlarda şüphe etmeden şahitlik ve yemin etmeyi gerektirir.
Dolayısıyla insanların manasına bile nüfuz edemeden dillerinde geveledikleri
şeyler şehadet olamaz.


            Kelime-i
Şehadet’in manası ise kısaca şudur: “Şehadet ederim ki Allah (c.c.)’dan başka
ibadete layık hiçbir ilah yoktur. Muhammed (s.a.v.) Allah’ın Rasûlü’dür.”


            İlah,
kulluk edinilen, sığınılan, hayret edilen, kendisiyle emanete erilen, tapınılan
her şeydir. Kısacası insanların hayatlarında en büyük etkiye sahip otorite
mercidir. Dolayısıyla şehadetle, kişi şehadet kelimesinin tüm anlamlarını
taşıyacak şekilde bu hakikati haykırır. Kesin olarak haber veriyorum, bildiğimi
söylüyorum, şu olaya şahitlik oldum, şahitlik ediyor ve yemin ediyorum ki Allah’tan
başka ibadete layık hiçbir ilah yoktur, Allah’tan başka hiçbir otorite
tanımıyorum. Tâğûtî kendilerini ilahlaştıranları tanımıyorum. Onlar ilah
olamazlar. Onlarla olan tüm ilişkilerimi kesiyorum. Kalbimi ve bedenimi bu tür
pisliklerden temizliyorum. Cebren ve hile ile hayatıma taht kurmuş, bana
ilahlık taslayan, kendilerini kanun yapma ve otorite merci kabul eden,
kendilerine itaatimi emreden ancak bu şekilde güvene kavuşacağımı yoksa beni
kahredecekleri tehdidinde bulunan tüm ilah bozmalarını reddediyorum. Tüm bu
temizlikten sonra yalnız ve yalnız Allah (c.c.)’ya yöneliyorum. Hayatımda tek
otorite, tek tapınılacak, kabul edilecek, itaat edilecek, sığınılacak,
korkulacak, hayret edilecek, kendisiyle emin olunacak merci olarak yalnız ve
yalnız Allah-u Teâlâ’yı tanıyor ve kabulleniyorum.


            Ve
yine şehadet ederim ki Muhammed (s.a.v.) O’nun Rasûlüdür. Hayatımı insanların
düşüncelerine, kendi arzu ve hevesime, bid’atlere göre değil, Rasûlullah’ın
bize öğrettiği şekilde tanzim ve tertip edeceğim. Allah Rasûlü Muhammed
(s.a.v.)’in bana getirdiğinden başka kıstas, mihenk taşı, yol işareti, rehber
tanımıyorum. Çünkü biliyorum ve yemin ederim ki Muhammed (s.a.v.) Allah
(c.c.)’nün bize gönderdiği Rasûlüdür.


            İşte
kısaca izaha çalıştığım şu muhtevayı, şehadet getiren herkesin bilmesi gerekir.
Yani bunlara şehadet etmesi gerekir. Adam sadece “Lâ ilâhe illallah Muhammedün
Rasûlullah” diyor da şehadet etmiyorsa ki şehadetin ne demek olduğunu izah
ettik, “Lâ ilâhe illallah Muhammedün
Rasûlullah” diyor denir. Şehadet getiriyor denmez.


 


2. Şüphesiz ve Şeksiz Bu
kelimenin (Kelime-i Şehadet’in) Gerektirdiği Manayı Kalbiyle ve Diliyle Kabul Etmek:
Her kim Allah
(c.c.)’dan başka ilah olmadığına şehadet eder, Muhammed (s.a.v.)’in O’nun
Rasûlü olduğuna şehadet eder de bunu kalp ve diliyle kabullenmezse bu da olmaz.
Zaten şehadet kelimesi de bu manayı içermektedir.


 


3. Hareket, Davranış ve
Yaşantıyı Şehadetin Manasına Uygun Düşecek Şekilde Düzenlemek:
Her ne kadar
şehadet getiriyorsa bile manasını bilerek veya kabullenerek, hayatını buna göre
düzenlemiyorsa ve şehadetine gölge düşürecek, hareket, davranış ve yaşantı
içinde bulunuyorsa, şehadetin şartlarını gerçekleştirmemiş olur. Dolayısıyla
itikadı sarsacak bir yaşantıdan mutlaka uzak durmak gerekir.


 


4. İhlâslı Olmak: Yapılan bütün amelleri sadece ve sadece Allah (c.c.)’nun
rızası için yapmak ve şirkten temizlenip uzak kalmaktır. Hayatı
Lâ ilâhe
illallah” a
göre tazim ederken kasıt, sırf Allah (c.c.)’nün rızası
olmalıdır. Başka hedefler gözetilerek bu yapılırsa netice vermez. Şirkten
kısaca ibadet olan bir şeyi Allah (c.c.)’dan başkasına yapmaktan uzak durmak
gerekir. Zaten tevhidin manası, Allah (c.c.)’yü birlemeyi, O’nu naz, ir ve
şerikten tenzih etmeyi içerir. Büyük şirk, ibadet olan bir şeyi Allah’tan
başkasına yapmaktır ki bu şehadetle çelişir ve bunu yapan kişi müşrik olur. O
ana kadar ki bütün amelleri boşa gider. Bu hal üzere ölürse ebedi cehennemde
kalır. Küçük şirk ise riyadır, gösteriştir. Allah-u Teâlâ için yaptığı bir
ibadette O’nun rızasının yanı sıra başka hedefler de gözetmesidir, bu ise en
büyük günahtır. Kişinin işlemiş olduğu o ibadet boşa gittiği gibi günahta
kazanır. Allah (c.c.)’ya ulaştırsın veya O’nun katında şefaatçi olsun diye
ibadet olan bir şeyi Allah (c.c.)’dan başkasına yapmak ise büyük şirk mesabesindedir.
Onun içindir ki ihlâslı olmak dini yalnız ve yalnız Allah-u Teâlâ’ya has kılmak
gerekir. Zaten şehadetin özünde de bu bulunmaktadır.


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 
 


 


ŞEHADETİ BOZAN ŞEYLER


 


1. İbadette Allah’a Ortak
Koşmak:


* İbadet niteliği taşıyan bir ameli
Allah’tan başkasına yapmak


* Allah’tan başkasına dua etmek, ölüden yardım istemek


* Hayatını başkalarına takdim etmek yani onların rızası
olacağı şekilde hayatını ve amellerini tertip etmek


* Allah’ın itaat etmeyi yasakladığı konuda birisine itaat
etmek


* Allah’ın kendisine itaat etmeyi yasakladığı birine itaat
etmek.


* Bir mahlûku veya herhangi bir şeyi Allah kadar veya
Allah’tan daha çok sevmek.


* Allah’tan başkasından ancak Allah’ın yardım edeceği
konularda yardım istemek; bu bağlamda nebilerden, velilerden veya herhangi bir
ölüden yardım istemek veya sıkıntılı bir anında onları yardımına çağırmak,
böyle bir durumda “Medet ya Rasûlullah, medet ya şeyh” gibi nidalarda bulunmak


* Allah’tan başkasına adak adamak


* Allah’tan başkası adına kurban kesmek…


            Bil ki
Rasûlullah (s.a.v.)’in savaştığı kişiler, Allah (c.c.)’yü yaratan,
rızıklandıran, öldürüp dirilten, fayda ve zarar veren, bütün işlerin elinde
olduğu yüce varlık olarak bildikleri ve kabul ettikleri halde Allah (c.c.) ve
Rasûlullah (s.a.v.) onları Müslüman olarak kabul etmedi. Çünkü onlar yukarıda
bahsettiğimiz şekliyle şehadeti bozmuşlardı. Günümüz insanlarından birçoğunun
aynı durumda olduklarını sen dahi müşahede edecek ve Rasûlullah’ın tavrını kakacaksın.


 


2. Allah (c.c.) ile Kendisi
Arasına Aracılar Koymak:


* Onlara yalvarmak


* Onlardan şefaat dilemek


* Onlara güvenmek


* Onlara ibadet etmek


* “Bunlar bizim Allah katında şefaatçilerimizdir, bizi
Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet olan bir şeyi onlara yapıyoruz” demek
ve öylece yapmak…


            Yaptıkları
ibadetlerde Allah (c.c.) ile kendileri arasına vasıtalar koymak suretiyle Allah
(c.c.)’ya eş koşan ve böylece şehadetlerini bozan müşrikler, bu yaptıklarının
şirk olduğunu ve şehadetlerini bozduğunu kabul etmezler. “Biliyoruz ki fayda
verecek olan yalnız Allah’tır.” derler. “Biz istediğimizi Allah (c.c.)’dan
istiyoruz fakat bunlar (ibadet ettiklerimiz) Allah’a yakın kimselerdir. Biz
onların vasıtasıyla Allah’a yaklaşıyoruz, Allah’ın rızasını kazanmak için
onların şefaatine sığınıyoruz.” derler.


            Şüphesiz
günümüzde ki müşriklerin şirki, şehadetlerini bozmaları öncekilerinkinden daha
şiddetlidir. Çünkü öncekiler sıkıntı anında şirki terk edip sadece Allah’a
yönelir, sıkıntıları giderilince tekrar şirk koşmaya ve şehadetlerini bozmaya
başlarlardı. Günümüzdekiler ise sıkıntı olsun, zorluk olsun veya olmasın her
hâlükarda Allah (c.c.)’ya ortaklar koşmakta ve sadece Allah (c.c.)’ya yönelmesi
gerekirken başka nice şeylere yönelmektedirler.


 


3. Müşrikleri Tekfir Etmemek
ve Onların Kâfir Olduklarında Şüphe Etmek veya Onların Doğru Yolda Olduklarına
İnanmak:
Kur’an-ı
Kerim’de
ve Rasûlullah’ın sünnetinde
kâfirlerin sıfatları mevcuttur. Bu sıfatlara göre insanlar hakkında mümin veya
kâfir diye hüküm verilir. Allah (c.c.) ve Rasûlullah (s.a.v.)’in kâfir ve müşrik
olarak vasıflandırdığı kişileri Müslüman olarak kabul etmek, onların küfründe
ve şirkinde şüphe etmek veya onları tekfir etmeye yanaşmamak, Allah (c.c.) ve
Rasûlü'nün hükmüne karşı çıkmak olacağından küfre girer. Müslüman’ı kâfir veya
müşrik olarak addetmekte böyledir.


 


4. Rasûlullah’tan Başkasının
Yolunun Rasûlullah’ın Yolundan Daha İyi Olduğunu yahut O’ndan Başkasının Hükmünün
O’nun Hükmünden Daha Güzel Olduğunu Söylemek:
Kim bunu söylerse şehadetini bozmuş olur. Tağutların
hükmünü Rasûlullah’ın getirdiği hükme tercih edenler de böyledir. * İnsanların
çıkardığı kanunların İslam şeriatından üstün olduğuna inanmak


* Yirmi birinci asırda İslam kanunlarını uygulamanın doğru
olmadığına inanmak


* İslam’ın, Müslümanların geriliğine sebep olduğuna inanmak


* İslam’ın kişinin kendisiyle Rabbi arasındaki ilişkileri
düzenleyen vicdani bir mesele olup hayatın diğer işlerine karıştırılamayacağını
söylemek


* Hukukî işlemlerde, ceza meselelerinde veya başka
konularda Allah (c.c.)’nun indirdiği hükümlerden başka hükümlerin uygulanabileceğine
inanmakta şehadeti bozar.


            Başka
hükümlerin şeriat hükmünden üstün olduğuna inanmadığı halde onları uygulayan da
kâfirdir. Çünkü bu şekilde Allah (c.c.)’nun haram kıldığını helal kılar.


 


5. Allah’ın Kitabı veya
Rasûlullah (s.a.v.)’in Sünnetinden Bir Şeyi Sevmemek ya da Beğenmemek:
Bununla amel
etse de durum değişmez.


* Rasûlullah (sav)'in diniyle veya O’nun mükâfat ve ceza
olarak bildirdiği şeylerle alay etmek


* Alay edilen yerlerde mazeretsiz bulunmak, bu mazereti
şüphesiz Allah (c.c.) belirler.


* Büyü yapmak, karı kocanın arasını açmak için birtakım
şeytani usullere başvurarak insana istemediği bir şeyi yaptırmak büyü çeşitlerindendir.


* Müşriklere yardım etmek ve onları İslam’a karşı
desteklemek, onları dost edinmek


* Bazı insanların bilhassa idareci ve hâkimlerin
Rasûlullah’ın şeriatı dışına çıkabileceklerine inanmak ve bunun meşru olduğuna
inanmak


* Allah ona yeterli imkânı vermişken bu gibi mühim İslam
ilmi öğrenmemek ve yapmamak suretiyle yüz çevirmek


            Bunların
tamamı kişini şehadetini bozar ve onun İslam ile Allah (c.c.) ile ve Rasûlullah
(s.a.v.) ve tüm müminlerle bağını koparır. Şehadeti bozan şeyleri şaka veya
ciddi hatta korkarak bile yapsa fark etmez kâfir olur. Yani İslam dininden
çıkar. Eğer zorlama söz konusu ise dinden çıkmaz. Zorlama ölüm tehdidi veya vücuttan
herhangi bir uzvun kesilmesi veya kişinin üzerinde ömür boyu sakatlık bırakacak
bir işkence veya ıslama ve Müslümanlara çok büyük faydası olan bir zengin
Müslüman’ın tüm mallarının gasp edilmesi korkusu ve zorlamasıdır.


            Ey sen!
İşte bu zikretmeye çalıştığımız şehadet, İslam’ın olmazsa olmazlarının ilkidir.
Allah Rasûlü'nün harp ilanından emin olmak, O’nun ve Allah’ın güvenine kavuşmak
için atılması gereken ilk adımdır. İslam’a açılan ilk penceredir. Bu ilk adımı
atmamış olan hiçbir kimse ne Müslüman olabilir ne de kendini Allah’ın azabından
koruyabilir. Bu ilk adımı atmamış herkes iflas etmiştir. Hüsrandadır, zararın
en kötüsündedir. Sen evet sen, aklını kullan ve bu ilk adımı ilk atan ol. İlk
Müslüman ol, şehadetin bütün şartlarını yerine getir. Şehadeti bozan tüm
marazlardan şehadet kalkanı ile korun. İslami atmosferden teneffüs etmenin
rahatlığını yaşa. Allah (c.c.)’nun, Rasûlü'nün ve tüm müminlerin dostu olmanın
hazzını tat. İzzetli olmanın zevkini yaşa. Şehadet kalkanı kur ve koru ki o da
seni korusun.


            Hiç
şüphesiz şehadeti bozan şeyler sırf bunlardan ibaret değildir. Ancak yeri
geldikçe zikredilecektir. Sen sana ulaşanla İslam’ı bina etmeye bak. Allah’tan
hidayet dile. İhlâslı, azimli, kararlı ve iradeli ol. Allah (c.c.) sana yardım
edecek ve umulmadık kapılar açacaktır.


 


 


 


 


 


NAMAZ


 


Allah
(c.c.)’nün senden istediği ikinci mühim şey, şehadetten sonra yer alan
namazdır. Bunun içindir ki daha ilk vahiy zamanlarında bu amel talim
buyrulmuştur. Müsned-i Ahmed İbni Hanbel’in Nebiyyi Ekrem (s.a.v.)'den
rivayetine göre ilk vahiy zamanında, Cibril (a.s.)’ın kendilerine abdest ile
namazı talim buyurdukları anlaşılıyor.


            Namazı
inkâr ederek terk etmek küfürdür ve İslam dininden çıkmaktır. Namazın farz
olduğuna inanmakla birlikte, tembellik ve meşguliyet sebebiyle terk edene
gelince, bunlar bir özür sayılmaz. Çünkü hadisler bu kimsenin de kâfir olduğunu
ve öldürülmesi gerektiğini açıklamışlardır. Öldürülmesini açıklayan hadislerden
biri Abdullah ibni Ömer’den zikrettiğimiz hadistir. Kâfir olduğunu açıklayan
hadislerden birkaçı da şunlardır:


 


Cabir (r.a.)’den rivayeten Rasûlullah
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
Kişi ile küfür arasında
namazı terk etmek vardır.”
(Ahmed,
Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbni Mace )


           


Büreyde (r.a.)’dan rivayeten Rasûlullah
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Bizimle
kâfirler arasında ahd namazdır. Kim namazı terk ederse kâfir olmuştur.”


(Ahmed, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâi, İbni Mace)


 


            Abdullah bin Amr bin As’dan rivayeten
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Namaza devam eden kimse için kıyamet gününde namaz bir nur, bir delil
ve bir kurtuluştur. Namaza devam etmeyen kimseler için bir delil ve bir
kurtuluş değildir. O kimse kıyamet gününde Karun, Firavun, Haman ve Ubey bin
Halef ile beraber olunacaktır.”


(Ahmed, Tâberânî, İbn Hibban) Bu hadisin isnadı iyidir.


            Namazı
terk edenin ahirette küfür önderleriyle beraber olması, o kimsenin kâfir
olduğunu gösterir.


 


İbni Kayyım şöyle demiştir: “Namazı terk edeni ya malı, ya reisliği, ya
memuriyeti, ya ticareti engeller. Namazını kılmaktan malı engelleyenler Karun ile
beraber, saltanatı engelleyenler Firavun ile beraber, memuriyeti engelleyenler
Haman ile beraber, ticareti engelleyenler Ubey bin Halef ile beraberdirler.”


           


Talha bin Ubeydullah (r.a.) şöyle
demiştir: Necaid ahalisinden saçı darmadağın (fakir) bir kimse Rasûlullah
(s.a.v.)’in huzuruna geldi. Uzaktan sesini karmakarışık duyuyor, fakat ne
dediğini anlayamıyorduk. Nihayet yaklaştı. Meğer İslam’ın ne olduğunu
soruyormuş
. Rasûlullah (s.a.v.):
“Bir gün bir gece içinde beş vakit namaz.” Adamcağız
“Üzerimde bu namazdan başkası da olacak mı?”
. Rasûlullah “Hayır, meğerki
tatavvu kılasın.”
cevabını
verdi… Bunun üzerine Necid'li fakir
“Vallahi bundan ne
artık ne de eksik bir şey yapacak değilim”
diyerek
ve arkasına dönerek gitti. Rasûlullah (s.a.v.) Necid'li fakir için
“Eğer
doğru söylüyorsa felah buldu, gitti.”
buyurmuştur.


(Buhari, Müslim)


           


Boş bırakılan
yerde farz oruç, zekât ve onların tatavvuları zikredilmiştir. Bu hadisten
anlaşılan bir gün ve gece içinde farz olan namazın beş vakit olduğudur. Sabah
(2), öğle (4), ikindi (4), akşam (3), yatsı (4). Bunlardan dört rekât
olanlarının hicretten sonra iki rekâttan dört rekâta çıkarıldıkları Hz.
Ayşe’nin hadisinden anlaşılmaktadır. Diğer vecibelerin yanı sıra bu beş vakitte
ki on yedi rekâtlık namazı ikame eden Rasûlullah (s.a.v.)'in deyimiyle felah
bulup gitmiştir.


           


Ebu Katade’nin rivayet ettiği hadise göre
Rasûlullah (s.a.v.)'e uyku sebebiyle namazı terk eden hakkında sorulduğunda O
şöyle demiştir:
“Uyku sebebiyle namazı terk
etmek kusur sayılmaz, kusur ancak uyanıkken terk etmektir. Sizden biriniz bir
namazı unutursa veya uykuda kalırsa hatırladığı zaman onu kılsın.”


(Nesâi, Tirmizi
hadisin sahih olduğunu söylemiştir.)


 


            İbni
Kayyım der ki:
“Niyet bir şeye kastetmek ve
karar vermektir. Niyetin yeri kalptir. Lisanla asla ilişkisi yoktur. Niyet
hakkında (namaza niyet ve diğer niyetler) Rasûlullah (s.a.v.)'den ve sahabeden
lisanen söylendiğine dair bir rivayet gelmemiştir.”


 


            Ali
(r.a.)’den rivayeten Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

“Namazın anahtarı temizlik, başlangıcı tekbir, bitişi ise selamdır.”


(Şafii, Ahmed, Ebu
Davud, Tirmizi)


Tirmizi, bu hadisin bu konuda en sağlam ve hasen hadis
olduğunu söylemiştir. Bu, niyetten sonra namaza tekbirle başlanacağına işarettir.


 


            Ömer (r.a.)'dan rivayeten:“O,
iftitah tekbirinden sonra şöyle derdi: Burada subhaneke duası zikredilmiştir.”


(Müslim)


 


            Ali (r.a.)'dan rivayeten: Rasûlullah
(s.a.v.) namaza kalktığı zaman tekbir alır ve
“Yerleri ve gökleri yaratan zata tevhid inancı üzere Müslüman olarak
yönümü çevirdi. Ben müşriklerden değilim. Namazım, kurbanım, yaşamım ve ölümüm
ortağı olmayan âlemlerin Rabbine aittir. Bununla emrolundum ve
Müslümanlardanım.”
derdi.


 


 Dolayısıyla iftitah tekbirinden
sonra Allah Rasûlü (s.a.v.)'den bize ulaşan bu adetlerden birini takip etmek
gerekir.


 


            Ayşe
(r.a.)'dan rivayeten Nebi (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Yahudiler,
selam ile imanın arkasında ‘Âmin’ demenizi kıskandıkları kadar hiç bir şey
kıskanmamışlardır.”


(Ahmed, İbn Mâce)


 


Âmin’in sesi yükselterek ve
uzatarak dendiği Ahmed ve Ebu Davud tarafından rivayet edilmiştir.


 


            Ebu Katade'den rivayeten: Nebi (s.a.s.), öğle namazının ilk
iki rekâtında Fatiha ve iki sure, son iki rekâtında ise sadece Fatiha okur, bazen
okuduğu ayetleri bize işittirirdi. Birinci rekâtı, ikinci rekâttan daha uzun
tutardı. İkindi ve sabah namazlarını da böyle yapardı.


(Buhari, Müslim,
Ebu Davud)


 


 Onun için Rasûlullah'ın âdetine uygun olarak farz namazların
ilk iki rekâtında Fatiha'dan sonra Kur’an-dan sure ya da ayetler okumak icap
eder.


 


            İbn Ömer (r.a.)'dan rivayeten: “Rasûlullah (s.a.v.) namaza
kalktığı zaman ellerini omuz hizasına kadar sonra tekbir aldı. Rükû edeceği
zaman aynı şekilde ellerini kaldırdı. Rükûdan kalktığı zaman yine ellerini
kaldırır ve
“semiallahü limen hamideh-rabbenâ ve
lekelhamd”
derdi.(Bu secdeden başını
kaldırdığında ellerini kaldırmazdı. ).


 


            Nâfiden rivayeten: İbn Ömer ikinci rekâttan kalktığı zaman
ellerini kaldırır ve bunu Rasûlullah (s.a.v.)'e nispet ederdi, demiştir.

(Buhari, Ebu Davud, Nesâi)


 


Ali (r.a.), Rasûlullah (sav)'in namazını tarif ederken
demiştir ki: İki secdeden kalktığı zaman ellerini omuz hizasına kaldırır ve
tekbir alırdı.


(Ebu
Davud, Ahmed, Tirmizi)


 İki secdeden sonra demek iki rekâttan sonra
demek iki rekâttan sonra kalkmak demektir.          


 


            Ebu
Mesud il Bedri’den rivayeten Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Rükû
ve secdede belini tam düzeltmeyenin namazı yeterli değildir.”


(Buhari, Müslim,
Ebu Davud, Tirmizi, Nesâi, İbn Huzeyme, İbn Hibban, Tâberânî, Beyhâkî)


 


            Huzeyfe
demiştir ki: Rasûlullah (s.a.v.) ile beraber namaz kıldım, rükûda
‘sübhane
rabbiyel azîm’

diyordu
.


(Müslim, Ebu
Davud, Tirmizi, Nesâi, İbn Mace)


 


            Ebu
Hureyre (r.a.)'dan rivayeten Rasûlullah (s.a.v.) buyurmuştur ki:
“Rükû
ve secde arası belini düzeltmeyen adamın namazı dikkate alınmaz.”


(Ahmed)


 


Tüm bunlara
istinaden kıyamdaki kıraati bitimine müteakip, sünnete müsait bir şekilde
rükûya gitmek, rükûu ikame etmek, rükûdan doğrulmak ve secdeye gitmek gerekir.


 


            Huzeyfe’den rivayeten: Rasûlullah
(s.a.v.) secdesinde
‘sübhâne
rabbiyel âlâ’
derdi.


(Ahmed, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi,
Nesâi, İbn Mace)


 


            İbn
Mace ve Nesâi'nin Huzeyfe'den yaptıkları rivayete göre: “Rasûlullah (s.a.v.)
iki secde arasında
‘rabbiğfirlî-Rabbim
beni affet’
derdi.


 


                Ebu
Humeyd'in Rasûlullah (sav)'in namazını tarif eden hadisinde şöyle denmektedir:
İkinci rekâtta oturduğu zaman sol ayak üzerine oturur, diğerini ise dikerdi. Son
rekâtta oturduğu zaman ise sol ayağını öne geçirir, diğerini ise diker oturağı
üzerine otururdu.


(Buhari)


Bunlardan birincisi müfterişen
oturmak, ikincisi ise teverrüken oturmaktır.


 


            İbn Ömer'den             rivayeten: Rasûlullah (s.a.v.) Ettehıyyatü'de oturduğu
zaman sol elini sol dizine, sağ elini sağ dizine koyardı. Başparmağını orta
parmağının üzerine koyar, şehadet parmağıyla da işaret ederdi. Başka bir
rivayette de “Bütün parmaklarını yumar, şehadet parmağıyla da işaret ederdi.”
şeklindedir.


(Müslim)


           


 İbn
Mesud'dan rivayeten: Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte bir namazda oturduğumuz
zaman
Es-selâmü alallâhi
ıbâdihî es-selâmü alâ fülânin ve fülâni’
dedik. Rasûlullah (s.a.s.)  ‘Es-selâmü
alallâhi demeyiniz. Çünkü Allah selamdır. Fakat sizden biriniz oturduğu zaman
şöyle desin: ‘Ettehıyyâtü'yü okumuştur ’. Böyle dediğiniz zaman yerde ve gökte
ve yerle gök arasında ne kadar salih kul varsa hepsine ulaşır. Sonra duadan
beğendiğini seçsin ve onunla dua etsin.”


(Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesâi, İbn Mace)


           


Secdelerden
sonra yukarıda zikredildiği gibi, sünnete münasip şekilde oturulur. Birinci
oturuşta sadece Ettehıyyatü okunur, son oturuşta ise buna istediğin duayı
eklersin. Rasûlullah (s.a.v.)'e salâvat okumak müstehap.           


 


            Ebu Hureyre'den rivayeten o demiştir ki:
Rasûlullah (s.a.s.) ikinci rekâta
kalktığı zaman susmadan Fatiha’yı okumaya başlardı.
(Müslim)


            Bu
birinci rekâttan başkasında Sübhaneke ve o paralelde zikir veya dua
okunmayacağına işarettir.


 


            Ali (r.a.)'ın rivayet ettiği hadise göre
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Namazın anahtarı temizlik, başlangıcı tekbir, bitişi ise selamdır.”


 


            Rasûlullah
(s.a.s.)'den sana ulaşan zikir ve dualardan istediğini okuyabileceğin yerler
şunlardır:


* Tekbirle Fatiha arası


* Rükû


* Rükûdan doğrulduktan sonra


* Secde


* İki secde arası


* Ettehıyyatü ile selam arası


 


            Sevban (r.a.)'dan rivayeten: Rasûlullah
(s.a.v.) namazını bitirince üç defa
‘Estağfirullah’der, sonra ‘Allâhümme
entesselâmü ve minkesselâm tebârakte yâ zel celâli vel ikrâm’
derdi.


(Müslim, Tirmizi, Nesâi, Ebu Davud, İbn Mace)


 


            Ali (r.a.)'dan rivayeten Rasûlullah
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Kim farz namazlardan sonra Ayet-el
Kürsi’yi Allah (c.c.)'nun koruması altında olur.”


(Tâberânî iyi ve
güzel senetle rivayet etmiştir.)


 


            Ebu
Hureyre (r.a.) 'den rivayeten Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Her kim namazın sonunda otuz üç defa tesbih, otuz üç defa
hamd, otuz üç defa da tekbir getirirse toplamı doksan dokuz yapar, sonra
yüzüncü de ‘Lâ ilâhe illallâhü vahdehû lâ şerîke leh, lehül mülkü ve lehül
hamdü ve hüve alâ külli şeyin kadîr’ derse hataları deniz köpüğü kadar da olsa
af olur.


(Buhari, Müslim,
Ahmed, Ebu Davud)


 


            Şu
ana kadar ki zikrimiz hep farz olan beş vakit üzerinedir. Zaten Allah
(c.c.)’nun şehadetten sonra bizden istediği de budur. Bir gün ve gece içinde on
yedi rekâtlık bu namazı ikame etmek, tevhidi kavramış şehadet getirmiş bir
müvahhid için zor olmasa gerek.


            Farz
namazlardan sonra vitir namazı ve gece namazı ikinci dereceden önemli
namazlardır. Bunlardan başka muhtelif tatavvu namazlarda bulunmaktadır.


 


İbni Ömer'den rivayeten O demiştir ki:
Nebi (s.a.s.)’den on rekât öğrenip ezberledim. Öğleden önce iki rekât, sonra
iki rekât, akşamdan sonra evinde iki rekât, yatsıdan sonra evinde iki rekât,
sabah namazından önce iki rekât kılardı.


(Buhari)


 


Farzı kıldıktan
sonra tesbih yapmadan sünnet namaz kılmak, mezarları mescid edinmek bid’at olan
şeylerdendir.


 


İbn Ömer (r.a.)'dan rivayeten Rasûlullah
(s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Cemaatle
kılınan namaz, yalnız kılınan namazdan yirmi yedi kat efdaldir.”
 


(Buhari, Müslim)


           


Ebu Hureyre (r.a.) 'dan rivayeten Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
“Canımı elinde tutan Allah
(c.c.)'ya yemin olsun ki odun toplayıp ateş yakılmasını emredeyim diye düşündüm,
sonra bir adama emredeyim imam olsun. Sonra cemaate gelmeyen adamların evlerini
başlarına yıkayım.”


(Buhari, Müslim)


 


            Ebu Derda (r.a.)'dan rivayeten Rasûlullah
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Bir köyde veya kırda üç kişi
olupta cemaatle namaz kılmazlarsa şeytan onları istila eder. Size cemaati
tavsiye ederim. Kurt ancak sürüden ayrılanı yer.”


(Ebu Davud hadisi iyi senetle
rivayet etmiştir.)


           


Cemaat
durumunu İslami hareketin durumuna göre ayarlamak Rasûlullah (s.a.v.)’in
âdetidir. Bu konuda Rasûlullah (s.a.v.)’in izinden gitme azim ve kararlılığı
olanlara ferasetli olmak gerekir.


           Böylece Abdullah İbn
Ömer'den rivayet edilen hadiste bizden istenen şehadetten sonra, İslam'ın
ikinci olmazsa olmazı olan salatı ikamenin nasıllığı konusunda kısa da olsa bir
bahiste bulunmuş olduk. Allah (c.c.) ve Rasûlullah (s.a.v.)’in önem verdiği
şeye senin dahi önem vereceğini ve bir gün ve gece içinde beş vakit farz namazı
hakkı ile ikame edeceğin ümidiniz ve kurtuluş reçetenizdir. Allah (c.c.) ve
Rasûlullah (s.a.v.)’e sarsılmaz imanın, Allah (c.c.)’dan Rasûlullah (s.a.v.)
vasıtasıyla sana ulaşan vahye olan itimadın ve sarsılmaz şehadet kalen varken,
Allah (c.c.)'nün sana bildirdiği vahiyle okuyor, yazıyor, öğreniyor ve
yaşıyorken bu azim ve kararlılığından şüphe duymazken Allah (c.c.)’ya olan
tevessülün ve bu hırsın içten içe seni kamçılıyor ve motive ediyorken elbette
bir gün ve gece içinde beş vakit namazı ikame edecek, namaz benim ruhum diyecek
ve namaz vakitlerinin bekleyişi içinde olacaksın…


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


ZEKÂT


 


 Allah
Teâlâ’nın, kendisinden başka ilah olmadığına ve Muhammed (s.a.v.)'in O'nun Rasûlü
olduğuna şehadet ve namazı ikâmeden sonra, senden İslam’ın üçüncü olmazsa
olmazı olarak istediği ve senin Müslüman olmanı onu ifana bağladığı, zekâtı edadır.
 


Zekâtı eda etmeyenlerle Allah Rasûlü’nün muharebe
etmesinin emredildiğini daha önce geçen Hadis-i Şerif’te müşahede ettin. Bu
kuvvetli delile ilaveten şu da senin için hüccettir.


 


Ebu
Bekir (r.a.)’ın hilafetinin başlangıcında taraf taraf irtidat edenler arasında
"Namazı kabul ediyoruz fakat zekâtı
istemeyiz."
diyenler vardı. Halife hazretleri bunların
şer'i vaziyetlerini derhal ve tereddütsüz tespit etmiş ve
“Namaz ile zekât arasında bir fark
kabul edenlerle muharebe ederim”
demiştir ve halifenin bu içtihadını bütün
sahabe kabul etmişlerdir. (Tecridi Sarih)


 


Zekâtın farziyetinin hicretten sonraya
rastladığı bize gelen bilgiler arasındadır. Ancak infak ruhunun daha İslam’ın
ilk yıllarında bulunduğu şüphesizdir. Müslümanların varlıklıları, diğerlerini
koruyup kollamıştır.


Hatta kendi ihtiyaçlarını bile kardeşleri
için infak edebilmişlerdir. Bu konuda sayısız göz yaşartıcı tablolar
çizilmiştir ashab tarafından. Onun içindir ki her ne kadar İslam’ın ilk
yıllarında zekât farz kılınmamışsa da, zekâtın özü bu zamanda bulunmaktadır.


    Zekât,
havaici asliyeden (asli ihtiyaçlar) fazla olarak bulunan ve nisap miktarına
ulaşan ve artmaya müsait olan maldan, üzerinden bir hicri yıl geçmesi halinde
belli miktarlar halinde Müslümanların zenginleri tarafından onların fakirlerine
verilir. İşte senin müsait şartlar dâhilinde mutlaka ifa etmen gereken mükellefiyetlerinin
üçüncüsü ve sonuncusudur. Bu üç zikri geçen ameli mutlaka ve mutlaka ifa
etmelisin. Çünkü senin Müslüman olman ve Allah Rasûlü (s.a.v.)’in muharebe ile
emredildiği bedbaht insanlardan olmaman için ancak ve ancak bu gereklidir. Ümit
ve temenni ederim ki bu üç amelin ki içinde iman, ibadet ve İslam’ın iç içe
olduğunu ve bunun önemini kavramışsındır. Bir Hadis-i Şerif ile konuyu
pekiştirmek ve kuvvetli bir delille açtığım bahsi kuvvetli bir delille hitame
erdirmek gerekirse:


 


İbn
Abbas (r.a.)’dan rivayet Nebi (sas) Muaz ibn Cebel'i Yemen’e (vali ve kadı)
gönderirken şöyle buyurdu:
"Ey Muaz, Yemenlileri (ibtida) Allah
(c.c.)’dan başka ilah olmadığına ve benimde Allah’ın Rasûlü olduğumu bilmeye ve
tanımaya (şahadete) davet et. Eğer bu iki şahadeti kabul ederlerse bu defa
onlara her gece ve gündüz üzerlerine beş vakit namaz farz kılındığını öğret.
Eğer buna itaat ederlerse bu defada onlara bildir ki Allah kendilerine
mallarında zekâtı farz kılmıştır. Bu zekât zenginlerinden alınır ve onların
fakirlerine verilir."


(Buhari)


 


 Ey
sen! Eğer bu üçüne de itaat ettiysen artık senin adın MÜSLİM’DİR. Sana bundan
böyle bu şekilde hitap edilecektir. Yok, eğer değilse tekrar başa dönüp vahiyi
anlamaya çalışmalısın. Selam, hidayete tabi olanlaradır.


    


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


İNZAR


 


Cabir bin
Abdullah el-Ensâri (r.a.)  şöyle demiştir
(O da hadisi sabıkı rivayet edip): Rasülüllah (sas) fetreti vahiyden bahsederken
söz arasında buyurdu ki:
''Ben bir gün yürürken birden bire gökyüzü
tarafından bir ses işittim. Başımı kaldırdım bir de baktım ki Hira’da bana
gelen melek (yani Cibril) sema ile arz arasında bir kürsü üzerine oturmuş. Pek
ziyade korktum. (Evime) Dönüp beni örtün, beni örtün dedim. Bunun üzerine
Allah-u Teâlâ Hazretleri:
''Ey
elbisesine bürünen kalk, uyar. Rabbini tekbir et. (İman etmeyenleri inzar et.
Rabbinin azamet ve büyüklüğünden bahset.) Elbiseni temiz tut (Pislikten Allaha
eş tutmak, puta tapmak gibi çirkin şeylerden) kaçın.''
Ayet-i
Kerime’sini inzal etti. Artık vahiy kızıştı da ardı arkası kesilmedi.


 (Buhari)


 


Taberani
senediyle İbn Abbas’ın rivayetinde yukarıdaki ayete şu iki ayet de eklenmiştir:
''Yaptığın
iyiliği çok görerek başa kakma. Rabbin için sabret.''


(Müddessir)


 


Ey Müslüman kardeşim! Sen ki Rabbinin,
yaratma ve ikram sahibi ‘Rabbinin adıyla oku’ teklifine evet dedin. Bu teklifi
kabullendin. Bunu kabullendiğini de ilk etapta, Allah (c.c.)’nun dinine
girdiğinin işaretleri olan şehadet, namaz ve zekâtla tespit ettin. Çok
bereketli ve kazançlı bir iş yaptın. Bundan daha hayırlı hiç bir amel olamaz. Bu
ki hedeflerin en büyüğü, dolayısıyla kahramanlığın da zirvesi. Kendini zelil
olmaktan kurtarıp aziz yaptın. Çok yüce ve ulvi bir yük yüklendin. Gazan
mübarek olsun.


Allah Rasûlü Hadis-i Şerif’te fetret-i
vahiyden bahsediyor. Fetret-i vahiy¸ vahyin bir müddet kesilmesi demektir. Bu,
Alak suresinin ilk beş ayeti ile Müddessir suresinin baş tarafının bahsedilmesi
arasında gerçekleşmiştir. Bu gerçekten dikkate değerdir. Alak Suresi bir
tekliftir. Yaratma ve ikram sahibi Rabb adıyla okumak, O'nun adıyla talim ve
terbiye edilmek ve O'nun adıyla bir hayat şekli oluşturmak. Bu teklife Allah Rasûlullah
(s.a.v.) zaten dünden hazırdı. Ama Allah
(c.c.) ile muhatap olmanın heyecan ve korkusu O’nu sarsmıştı. Biz insanlara
gelince bu teklife dünden hazır olduğumuzu söylemek mümkün olmayabilir. Kaldı
ki bu teklif, hayatın her yönünü kapsayan çok yüce ve ağır bir tekliftir. Allah-ü
âlem bu tekliften sonra bir fasıla gerekir ki insan teklif üzerinde
düşünebilsin. Teklifin kendisine ne getireceğini ve ne götüreceğini iyice ölçüp
tartsın. Taki bilerek reddetsin ya da teklife bilerek evet desin. Ve de evet
demenin icabı olan olan şehadet kalesini yükseltsin ve muhafazası konusunda
tedbirler alsın. Dahası gelecek tedbirlere kendini hazırlasın. Hakikaten de bu
tekliften sonra yüklü tekliflerle karşılaşılacaktır.


Sen Müslüman kardeşim, ilk teklife evet
dedin. Peşinden evet demenin icabı olan şehadet kaleni kurdun ve onun da icabı
olan ve muhafazası yolunda namaz ve zekât gibi elzem amellerle kuşandın ve
kendini gelecek tekliflere hazırladın. Sen de biliyorsun ki zor bir sorumluluğa
evet dedin. Zorluğu nispetinde ağır bir yükümlülüktür. Bundan böyle artık vahiy
kızışacak ve ardı arkası kesilmeyecektir. Hep seni yönlendirecek, Rabbinle muhatap
olacak ve O’ndan aldığın direktifler doğrultusunda çokça fedakârlıklar vererek
yaşayacaksın. Emin adımlarla basıyor olman, istikbalinin emin ellerde olması
seni bu fedakârlıklardan usandırmayacaktır.


''Ey bürünüp sarınan'' bu hitapta ve bundan
sonra gelen emirde, vahyin ihtişamından ürperip, bürünüp sarınan inzarcıya,
davetçiye sesleniş vardır. Allah (c.c.) bu ayetlerle artık davetçi için, Müslüman
için rahat vaktinin geçtiğini, onun için dünyada artık rahat bir yaşam sürmenin
söz konusu olmadığını ve yegane hedefinin bu davanın insanlara ulaşmasının ve davanın
yükselmesi için çalışmak olduğunu bildiriyor. Bu davayı yüklenen kişiye artık
rahat ve dinlenme yoktur. Onun yaşamı ancak
bu dava için çalışmakla mana bulur. Onun için artık uyuma vakti geçmiştir. Zira
bu ayet nazil olduğunda Rasûlullah (s.a.v.) Hatice (r.a.)’ya: ''Ey Hatice!
Artık uyuma vakti geçti'' buyurmuştur.


 


''Kalk da uyar.'' Bu ayetle Rasûlullah
(s.a.v.)’e hiç fark gözetmeksizin bütün insanlara hareket metoduna uygun olarak
tebliğ emri geldi. Bu hitap aynı zamanda Müslümanlar için de geçerlidir. O
kalkıp uyaracaktır. Düşmanların baskısına uğramak üzere olan, ancak bundan
gaflette olan bir topluluğu uyarıyor gibi hatta ondan da şiddetli bir şekilde
toplumu uyaracaktır. Şu andaki gafletlerinin istikbalde ne gibi hüsranlara yol
açacağı konusunda insanları uyaracaktır. Nerden gelip nereye gidiyor oldukları
konusunda, şu anda hayırlarına olacak şekilde ne yapmaları gerektiği konusunda
uyaracaktır. Onlara Alak Suresi’ndeki teklifi götürecek, yaratıcı ve ikram sahibi
Rabbleri adına okumalarını ve ancak O’nu Rabb ittihaz etmelerini teklif
edecektir. Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed (s.a.v.)’in O’nun Rasûlü
olduğuna şehadet etmelerini isteyecektir. Şehadetin şartlarını ve şehadeti
bozan durumları izah edecektir. Şehadetin icabı olan namaz ve zekâtı
emredecektir. Velhasıl şu ana kadar inmiş olan vahyi okuyacak ve onu
emredecektir. Vahye teslim olmaları konusunda toplumu uyaracaktır. Hem de Rasûlullah
(s.a.v.)’in metoduna uygun olarak.


''Rabbini yücelt.'' Davetçiye, Müslüman’a
verilen tebliğ ve inzar emrinden sonra ona, neye davet edeceği bildiriliyor.
Allah (c.c.)’yu yüceltmek ve yüceltmeye davet etmek. Şüphesiz Allah (c.c.)’yu yüceltmek
kuru laflarla olmaz. Allah (c.c.)’yu yüceltmek ancak O’nu her türlü şerik ve
ortaklardan tenzih etmek, yegâne emir mercii olarak Allah (c.c.)’yu tanımak, itaat
edilecek yegâne varlığın Allah (c.c.)’nun olduğunu ikrar etmek, bütün
ibadetleri O’na has kılmak, bu inanç ve söylenen şeyleri pratik hayatta sergilemekle
olur. Bu da kısaca 'Lâ ilâhe illallah' düsturunu kabul edip gerekleriyle amel
etmekten ibarettir.


''Elbisen temizle.'' Burada Rasûlullah
(s.a.v.)’e emredilen sadece zahiri manadaki elbiseleri temizlemek değildir.
Zaten Arap dilinde elbiseyi temizlemek, kalbi, ahlaki ve ameli temizleme manasında
kinaye olarak kullanılır. O zaman burada Rasûlullah (s.a.v.)’e emredilen
kalbini, amellerini, düşüncelerini şirkten koruması, ileride Allah (c.c.)’ya şirk
koşmaktan sakınmasıdır. Rasûlullah (s.a.v.) ise o zamana kadar zaten Allah
(c.c.)’ya şirk koşmamıştı. Bundan sonra da şirk koşmamakla emrolunuyor. Burada
davetçi Müslüman için de durum aynıdır. Davetçinin ilk yapacağı iş kendini şirkin
her türlü pisliklerinden temizlemek ve şirke götüren her türlü düşünce, inanç
ve amelden uzak durmak ve onunla insanları uyarmaktır.


''Kötü şeylerden sakın.'' Burada kaçınılması
gereken pislik (kötü şeyler) putlar ve tağutlardır. Şüphesiz bunlardan kaçınmak
sadece onlardan vücut olarak uzak durmakla gerçekleşmez. Gerçek kaçınma ancak
fikir, adet, inanç ve değer ölçüleriyle cahiliyyeden uzak durmakla mümkündür.
Rabbi yüceltmek, elbiseyi temizlemek ve pislikten uzak durmanın bir arada
toplandığı özlü kelime 'Lâ ilâhe illallah' tır. Şehadettir.


''Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma.''
Sen insanlığı uyarırken bizzat kendi nefsinden çokça fedakârlıkta
bulunacaksın. Bu başka türlü
gerçekleşmez. Ancak yaptığın fedakârlıkları ve iyilikleri çok görerek başa
kakmayacaksın. Uyardığın şahsa karşı onlardan bahsetmeyeceksin. Çünkü sen bu
yaptıklarını o şahıs için yapmıyorsun. Her ne kadar o şahsın faydasına olsa da
sen uyarma eylemini Allah (c.c.) emrettiği için ve mükâfatını O’ndan bekleyerek
yapıyorsun. Dolayısıyla o şahsa iyilikte bulunan sen değil bizzat Allah
(c.c.)’dur.


''Rabbin için sabret.'' Allah (c.c.) Müslüman’a
bu yolda zorluklarla ve eziyetlerle karşılaşacağını bildirip, bunlara karşı
sırf Allah (c.c.)’nun rızasını gözeterek sabretmesini emrediyor. Çünkü sırf Allah
(c.c.)’nun rızası için sabrın sonucu ya bu dünyada zafer, ya da ahirette büyük
ecir, ya da her ikisi birdendir.


Müslüman kardeşim! Sen ki, Rabbinin adıyla
okuyor, başka Rabb tanımıyor, Allah’ın bildirdiği vahye teslim oluyor, Allah’tan
başka ilah olmadığına şehadet ediyor ve ona mütenasip bir yaşantı
sergiliyorsun. Sen böylesine kıymetli cevherleri taşıyorken olduğun yerde
duramazsın. Sana yaraşan ve vahyin senden istediği kalkıp uyarmaktır. Öncelikle
kendi şahsında yücelttiğin Rabbini, insanlarında yüceltmesini istemen, kötü
şeylerden ve elbiseni temizlemenden sonra insanları da bu konuda uyarmandır.
Yani “Lâ ilâhe illallah” ı haykırmandır. Ki o senin her hücrene işlemiş ve her
zerrenden o yankılanmaktadır. Allah Rasûlullah (s.a.v.)’in yaptığı gibi tebliğe
sınıf farkı gözetmeden davet edeceğin kişileri seçerek saptayacak ve onlara
hareket ve davet metoduna uygun olarak sana bildirileni bildirecek ve
uyaracaksın. Seçtiklerinin Hatice, Ali, Ebu Bekir ve Zeyd (Allah onlardan razı
olsun) gibi şahsiyetler olmasına dikkat et. Onların Rasûlullah (s.a.v.) ile
olan durumlarını düşün. Sen de aynı şekilde davran. Ve bu uğurda çokça
sabretmen ve nice fedakârlıklarda bulunman gerektiğini ancak bütün bunları sırf
Allah (c.c.)’nun rızası için yaptığını hiç mi hiç unutma.         


  


OKU İSMİYLE RABBİN... Tweet Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol